23 Şubat 2014 Pazar

ŞAHANE PAZARTESİ



" En sevdiğim günler cuma ve cumartesi ama pazar ver pazartesiyi hiç sevmiyorum ” dedi.

Nedenini sorduğumda; cuma gününü ertesi gün tatil olduğu için sevdiğini, cumartesi gününü de zaten tatil olduğu için sevdiğini ama pazar gününden tatilin son günü olduğu için hiç hoşlanmadığını söyledi benim bıdık oğlum.

Onun bu düşüncelerini öğrendikten sonra, kendimi ve haftanın günleri ile ilişkimi düşündüm.

Öğrenciyken benim de en sevdiğim gün cumaydı. En önemli neden hafta sonu tatilinin gelmesiydi ama asıl neden, haftada bir Cuma günleri yayınlanan GIRGIR dergisiydi.
Mutlaka okul dönüşünde GIRGIR’ımı alır saatlerce okurdum.

Cumartesi günleri arkadaşlarla gezme ve sinemaya gitme günümüzdü.
Şampiyon, Grease, Sonsuz Aşk, Kramer Kramer’e Karşı gibi unutulmaz filmleri hep bu sayede izledim.

Pazar günü ise eve kapanıp ders çalışma günümdü. Bu yüzden Pazar günüyle aram pek hoş olmadı.

Pazartesi günlerim ise tam bir kabustu.
Üniversite yıllarımda da durum  değişmedi. 

Gezdiğim günlerin sayısı ders çalıştığım günlerin sayısı ile kıyaslandığında ders çalıştığım günlerin sayısı içler acısı olsa da bir şekilde üniversite bitti ve ben hâlâ pazartesileri sevmiyordum.

İşe başlayınca da durum değişmedi.
Pazartesi Sendromu ile tanışmam bu zamana rastlar.

Pazartesi sendromum artan bir hızla ilerlerken, annem safra kesesi ameliyatı oldu ve bu ameliyat sayesinde pazartesi sendromunu yendim.

Hiç unutmuyorum; ameliyat için yapılan bir sürü tetkikten sonra, anneme ameliyat günü almak için doktorun yanına gitmiştik.
Doktor gülen bir yüz ifadesiyle - “ Pazartesi sabah 07:30’da hastanede olun, saat 08: 00’de ameliyata alacağım” demişti.
İyi ki cerrah olmamışım diye düşündüğüm an işte bu andır. Demek hafta başına ameliyatla da başlanabiliyordu.

Yine annemin tahlilleri için, hastanede koştururken, aşağı bir yerde kapı önünde ağlayan bir kalabalık görmüştüm, birkaç doktor bir yandan ağlayan kalabalığı sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da içeri girmeye çabalıyorlardı. 

Kafamı kaldırdığımda kalabalığın olduğu yerdeki kapının üzerinde MORG yazdığını gördüm. Yine günlerden pazartesiydi. Adli Tıp doktoru sabah sabah otopsiye girecekti!!

Düşünebiliyor musunuz?  Hafta sonunuz şahane geçmiş, çok mutlu olmuşsunuz, haftanın ilk günü saat 09:00 itibarı ile gözünüzü morgda otopsi yapmak için açıyorsunuz.
İşte bu iki doktor sayesinde bende pazartesi sendromu diye bir şey kalmadı. Artık halime şükür mü ettim ne ettim ben de bilmiyorum !!!!

Dersane öğretmenliğine başladığımda her şey tersine döndü ve ben bu kez de hafta sonları çalışmaya başladım.
Yaklaşık on yıldır pazartesi günleri benim tatil günüm.
Artık biz çok iyi anlaşıyoruz pazartesi ile.
 Kendimle kaldığım tek günüm pazartesi olduğu için, arkadaşlarımla bir araya geldiğim, gezme ve eğlenme günüm olduğu için aramızdan su sızmıyor pazartesi ile.

Peki bu yazıyı neden yazdım?
Aslında her şey insanın kendisi ile ilgili.

Ne olursa olsun hayat şahane, sendrom falan da bahane !!!
Not: Herkesin haftası güzel geçsin.


19 Şubat 2014 Çarşamba

SEVİNÇ ELBİSESİ



Bu gün, güne yeni başlayanlar için herhangi bir gündü.
Benim için de herhangi bir gündü ancak üzerimde nereden geldiğini bilmediğim sevinçten bir elbise ile uyandım.

Günlük gazetelerimi almak için sokağa çıktığımda havanın güzelliği dikkatimi çekti.
Antalya için mevsim iyiden iyiye bahardı.

Günlük işlerimi bitirdikten sonra, uzun süredir görmediğim arkadaşlarımla buluştum, birlikte olmak, bulunduğumuz mekan bana çok iyi geldi. 

Sabah uyandığımda üzerimde bulduğum sevinç elbisem hâlâ üzerimdeydi ve elbisenin nereden geldiğini bir türlü bulamıyordum.

Havanın güzelliğinin kışkırtmasıyla dönüşte eve kadar yürümeye karar verdim.

Karşımdan saçları uzun olmasına rağmen özensiz taranmış bir kadın geliyordu.

Kadın, üzerinde küçük kırmızı çiçekler olan siyah kadife bir etek ve onun da üzerine, vinleksten yapılmış fosforlu pembe ve beyaz renklerden oluşan deri taklidi bir ceket giymişti.

Kıyafetin uyumsuzluğu, kadının rüküş görüntüsü bile keyfimi kaçırmaya yetmemişti. Sevinç elbisem üzerimde öyle güzel duruyordu ki içimden şarkılar söyleyerek yürümeye devam ettim

Bu sefer de bir genç kız gördüm. Az önce gördüğüm kadınla adeta rüküşlükte yarışıyorlardı.
O da rengarenk basma bir etek ve üzerine eteğin renkleri ile uyumsuz sarı ve siyah tonlarından oluşan yün hırka giymişti.

Bu yılın “ trendi “ bu olmalıydı. Uyumsuz giyinmek.

Arabaların klakson sesleri, insan sesleriyle birbirine karışıyordu ve hiç rahatsız olmuyordum.

Üzerimdeki sevinç elbisemi çıkartmak gelmiyordu içimden, bu durumdan çok memnumdum.
Elbisemi özenle koruyordum, sanki elbiseyi çıkarırsam sokağın ortasında çıplak kalacakmışım gibi hissediyordum.

Apartmanımızın girişine geldiğimde, bir aydır evine yaptırdığı tadilat yüzünden apartmanı ahıra çeviren daire sahibini görünce bile hiçbir şey hissetmedim ki; apartmanı ahıra çevirdiğinden kendisi gözüme bir süredir “ öküz” olarak görünüyordu.


Akşam üzeri olmasına rağmen hava halen yaz aylarının sıcağı için Antalyalılar’ dan özür dilercesine ılıktı.

Bu şehirden ilk bahar ve son bahar kolay gitmiyordu, hatta sonbahar şöyle bir başını uzatıp kaçıveriyordu. 
O anda anladım; sevinç elbisemi de bu güzel hava dikmiş ve üzerime giydirmişti...




KİTAPLARDAN İNCİLER ...



" Her insan bir sabır kotası/kutusu ile doğar. Sanki doğarken elimize tutuşturulan bir kutudur bu.. sanki çocukken verilen harçlıkla ilgiliymiş de " al bakalım bu parayı iyi değerlendir, har vurup harman savurma denilirmişçesine, - bu kutuda senin hayatın boyunca ihtiyacın olan sabır var, dikkatli kullan hızla tüketme, ama yeri gelince de kullanmasını bil- deniyor gibi gelir bana hep. / DİŞ İLE DÜŞ ARASINDA - MÜGE SANDIKÇIOĞLU

***

" Hayat yine de kitapta durduğu gibi durmuyor " / HERKES HERKESLE DOSTMUŞ GİBİ - BARIŞ BIÇAKÇI

***
" Elli yıl önce ortalama insan ömrü altmış yıldı. Bu gün ortalama insan ömrü doksan yıl. ortalama film süresi yüz yirmi dakika.
Daha mı iyi?
Filme bağlı !! " / SON SİYAH SAÇIM - JEAN- LUİS FOURNİER

***
" Savaşın amacı, vatan için ölmek değil; karşı cephedeki piç kurusunun vatanı için ölmesini sağlamaktır " - General George Smith Patton / RUHİ MÜCERRET - MURAT MENTEŞ

***
" Toprak olup gitmişlere sorarsan;
Ha gavur olmuşsun ha Müslüman.
Kimler bu dünyada eğlenmemişse
Ötekinde yalnız onlar pişman " / ÖMER HAYYAM DÖRTLÜKLER - HASAN ALİ YÜCELKLASİKLER DİZİSİ

***
" İnsan geçmişin yok olması karşısında kolay avunur. Asıl kaldırılamayan geleceğin yok olmasıdır." / DOĞUDAN UZAKTA - AMİN MAALOUF

***

En sevdiğim güzellik, önceden tasarlanmayandır. Ansızın, iskelenin yanı başında hiç bilmediğiniz çay bahçesini görmek; daha önce defalarca gezdiğiniz sokakta, ilk kez karşınıza çıkan kitapçıda aradığınız romana rastlamak! Tasarlanmayan, sizin için fakat size bağlı olmadan var olan; yokluğu sonradan ayrımsanan ... " / GÖKYÜZÜ SİNEMASI - ONUR CAYMAZ

TAT BIRAKAN KİTAPLAR


Zaman tüneline girmiş gibiyim.
Hani çocukluğumuzda bir dizi vardı ya ; şimdi kırklı yaşlarını yaşayanlar hatırlar; Zaman Tüneli aynen öyle.

Tünel 1920'ye ve Paris'e atmış beni.
Kısa saçlı Hadley'in peşine takılmışım.
Hadley dediysem asıl adı  Elizabeth; 29 yaşında. Hoş bir kız. Annesini ve babasını kaybetmiş.
Özellikle babasının ölümü trajik bir son olmuş ve Hadley atlatamıyor bu acıyı.

Bir evdeyim. Evde parti var. Kadın erkek bir arada. Derin bakışlı, kahve rengi gözlü bir erkeğe takılıyor Hadley. Tabii ben de onunla birlikte takılıyorum o kahve rengi gözlere.

Delikanlının adı Ernest. Kimse tanımıyor onu.
Oysa çok  değil bir süre sonra, Dünya edebiyatı adıyla, soy adıyla tanıyacak onu " Ernest Hemingway " diye.
Kimse bilmiyor o anda, ben biliyorum sadece ve gülüyorum içimden sessizce :)

Aralarında bir yakınlık doğuyor  Ernest'le Hadley'nin ve ben aradan çekiliyorum doğal olarak; izliyorum onları.

Hadley, aşık olmak üzere kahve rengi gözlü, derin bakışlı delikanlıya. Delikanlı da ona.

Delikanlı tutkulu biri . Yirmirinde henüz. Tutkularından biri de yazmak.
Yazdıklarını Hadley ile paylaşıyor.
Hadley onun gelecekte iyi bir yazar olacağına inanıyor. Sonra aralarına başka şehirler giriyor, mesafeler giriyor; inişler çıkışlar yaşıyorlar birlikte.

İzliyorum onları, rüyalarımın şehri Paris'te olmanın mutluluğu da coşku veriyor bana.
Sayfaları çevirdikçe çeviriyorum. Merakla olacakları bekliyorum, sonunu merak ediyorum. Zaman tünelinde inmek istemiyorum...

PUSULASIZ GEMİ



Bazen hayatı "kaptanın seyir defteri" nden çıkarak da yaşayabilmek  gerekir.

Pusulasız Gemi böyle bir blog olacak.

İçinde her şey olacak. Anı, gezi, yemek, kitap, aklıma estikçe... İçimden geldiği gibi ...